Siyonizmin gerçek yüzü: El Halil katliamı

İsrail'in işgal altında tuttuğu Filistin'de 1948'den itibaren çok sayıda büyük katliamlara imza attı. Bu saldırıların en önemlilerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El Halil şehrinde Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırı üzerinden tam 27 yıl geçti yapılan zulüm bitmedi.

El-Halil peygamberler diyarı Filistin'in güzide bir şehri. Bu şehir anıldığında etrafında Rabbani ışıklar yayılmış olan ve birbirlerinin ardından insanlığı aydınlığa yönelten Peygamberler dizisi akla gelir. Orası temiz insanların şehridir. O insanlar yalandan hoşlanmaz, gerçeğin bütün güzelliklerine sarılırlar. el-Halil kutsal vatanın bir parçasıydı. Durup dururken yeryüzünün köşe bucaklarından çekirge sürüleri gibi akın eden ve bu şehrin kendilerine ait olduğuna dair birtakım uydurma hikâyelere, asılsız vaadlere sahip bazı kimseler oraya saldırdılar. Şehrin efendisi Hz. İbrâhim (a.s.)'ın vakıflarının da bir kısmının kendilerine ait olduğunu ileri sürerek oraya da zorla el koydular. İşte o andan itibaren şehirde bir sıkıntı başladı. Ancak şehrin asıl dramı Arap ülkelerinin 1967 Haziran savaşından yenilgiyle çıkmalarından sonra başladı. Bundan sonra el-Halil, siyonistlerin Kudüs'ten sonra ikinci hedefleri haline geldi. Burayı yahudileştirebilmek ve üzerinde kuvvetli hâkimiyet kurabilmek için birbirini izleyen ve sistemli birtakım faaliyetler yürütmeye başladılar. Yapılanların son hedefi de Hz. İbrahim Camisi haremini istila etmek ve orayı tamamiyle bir yahudi sinagoguna çevirmekti.

Bu amaç doğrultusunda çeşitli oyunlar çevrildi. Derken akıp giden zamanın en kutsal anlarından bir anda, şehrin haremi şerifi, yahudi canilerin akıttığı temiz kanların oluşturduğu bir kan gölünde yüzmeye başladı. İşte o an, hicri 1414 yılı mübarek Ramazan ayının onbeşine denk gelen Cuma günü sabah namazının kılındığı andı. Yani 25 Şubat 1994 sabahı... Camii şerife toplanan pırıl pırıl insanlar tertemiz bedenleriyle Rablerine yönelmiş tam bir huzur ve huşu içinde O'na rüku ve secde ediyorlardı ki, arkalarından gelen bir kurşun yağmuruna tutuldular. Yahudi kininin saçtığı o kurşunlar huşu ile Rablerinin önünde eğilmiş olan o pırıl pırıl insanların temiz bedenlerine saplanmaya başladı.

Bu iğrenç katliama ve bütün insanlığın nefretle lanetlemesi gereken vahşete şahid olanlardan biri olayı şöyle anlatıyor: "Biz birinci rekatı kılarken yahudilerden, asker elbisesi giyinmiş bir kişi yanımıza girdi. Kulaklarında kulaklık vardı. Bu kişi üzerimize ateş etmeye başladı. Silahının şarjörü boşaldıkça yanındaki ikinci kişi dolduruyordu. Ben sabah namazlarına gelmeyi adet edinmişimdir. Başka zamanlar her gün o vakitte burada otuz kırk asker bulunurdu. Ama o gün sadece dış kapıda yedi asker vardı. Sürekli yedi veya sekiz askerin beklediği iç kapıda ise hiç kimse yoktu. O sabah o kapıda hiçbir asker görmedim. Saldırgan yahudi üzerimize ateş etmeye başlayınca dışardaki askerler içeri girip bizim üzerimize göz yaşartıcı bomba atmaya başladılar."

Demek ki katliam, iddia edildiği gibi Barush Goldstien adındaki siyonist canavarın tek başına gerçekleştirdiği bir eylem değildi. Önceden planlanmış ve askerlerin yardımıyla sistemli bir şekilde gerçekleştirilmişti. Katliamın bu şekilde planlı ve grup halinde gerçekleştirildiğini ispatlayan pek çok delil var. Barush Goldstien canavarı yanındaki arkadaşının da yardımıyla Müslümanların üzerine yağmur gibi mermi yağdırıyordu. Siyonist canavarlar öylesine bir plan yapmışlardı ki kısa zamanda çok sayıda insanı öldürebilmek için iki kişi olarak camiye girmişlerdi ve biri sürekli mermi yağdırırken diğeri ikinci silahın şarjörünü dolduruyordu. Mermileri yağdıran Goldstien boşalan silahı arkadaşına veriyor ve ondan şarjörü doldurulmuş silahı alıyor böylece mermi yağmurunun kesintisiz devam etmesini sağlamaya çalışıyordu. Bazı Müslüman gençler cesaretle o canavarın üzerine atılarak işini bitirinceye kadar da bu mermi yağmuru devam etti.

Olaya şahid olanlardan Talâl Ebu Sinine, Müslüman gençlerin canavar Goldstien'ın üzerine atılıp onu öldürmelerini şöyle anlatıyor: "Bazı gençler ayağa kalkıp caninin üzerine yürüdü ve onu öldürdüler. İlk harekete geçerek caninin üzerine doğru yürüyen gencin adı Selim İdris'ti. İkincisi de Nemir Mücâhid'di. Daha sonra her ikisi de şehid oldu."

Siyonist askerler ikinci bir katliamı da Barush Goldstien adlı canavarın attığı kurşunlarla yaralananların hastaneye taşınması esnasında gerçekleştirdiler. Bakın yaralıları hastaneye taşıyan şoförlerden biri ne diyor: "Dört yaralıyı hastaneye götürdüm. İlk götürdüğüm kişinin beyni yolda dışarı çıkarak omuzumun üzerine düştü... Biz yaralıları ambülansa ulaştırmaya uğraşırken askerler habire üzerimize mermi yağdırıyorlardı." Olaya şahid olanlardan bir diğer kişi de şöyle diyor: "Askerler ateş açtı ve iki kişiyi şehid ettiler. Bunlardan biri Râci Gays'tı. Bu kişi askerlerin attığı kurşunlarla şehid edildi. Bir diğeri de Kefâh Merka adlı çocuktu. Bu çocuk da askerlerin attığı kurşunlarla şehid edildi."

Kefâh Merkâ o olayda şehid edilenlerin en küçüğü ve en güzeli. Daha onbir yaşını doldurmamıştı ki, kin ve nefret duygularının saçtığı kurşunlar, misafirperverlerin atası Hz. İbrâhim (a.s.)'ın yanında onun canını aldı.

Olaya şahid olanlardan bir çocuk da şöyle diyor: "Askerler kapı tarafından ateş ediyorlardı. Ben onların ateş ettiklerini gördüm." Şimdi olaya şahid olan bir başka çocuğu dinleyelim: "Ben ana kapıdan dışarı çıkmak istedim, ama çıkamadım. Askerler çıkmak isteyen herkesin üzerine ateş ediyorlardı. Dolayısıyla ben de geri döndüm ve ana kapının arkasında bekledim. Kafama bir mermi isabet ettiğinde şuuruma hâkim değildim. Birinin eliyle vurduğunu sandım. Bir de baktım ki başımdan aşağıya doğru kanlar akıyor. Olayın dehşetinden dolayı içimizden kimse şuuruna hâkim değildi ve herkes apışıp kalmış bir haldeydi."

Askerlerin gerçekleştirdiği ikinci katliam hakkında, yaralıların nakledildiği Halk Hastanesi'nin doktorlarından Mahmud et-Temimi şöyle diyor: "Hastane çevresinde birtakım silah sesleri duyduk. Ardından hastanemize yeni bir yaralı dalgası akmaya başladı. Bu olaydan sonra on beş yaralı daha hastanemize getirildi. Bunların hepsi hastane çevresindeki yüksek binaların çatılarına çıkarak oralardan, kan bağışında bulunmak için hastaneye gelen insanların üzerine ateş eden askerlerin attığı kurşunlarla yaralanmışlardı. Hatırladığım kadarıyla Dâru'l-Bayıd'dan bir genç bir ünite kan bağışında bulunup çıkmıştı. Sonra kalbinden kurşunlanarak şehid edilmiş bir halde geri getirilmişti. Bu olayda şehid edilenlerin biri başından isabet almış ve kafatası parçalanmıştı. Yaralananların yaraları oldukça tehlikeliydi. O zaman hastane çevresindekilere yapılan saldırıda yirmi kişi isabet aldı ve bunlardan dördü şehid oldu. Yani isabet alan her beş kişiden biri şehid oldu. Bu da gösteriyor ki saldırıda bulunanlar kesinlikle hedef aldıkları kişileri öldürmek kastıyla ateş etmişlerdi."

İşgal yönetimi Hz. İbrahim camisi katliamını dünya kamuoyuna, akli dengesi yerinde olmayan aşırı dinci bir yahudi tarafından işlenmiş bir katliam olarak kabul ettirmeye çalıştı. Ancak katliamdaki her şey gerçeği haykırıyordu... Katliamın bizzat işgal yönetiminin bilgisi dahilinde ve onun yardımıyla gerçekleştirildiği gerçeğini. Askerler cami hareminin kapılarını kapatmış ve namaz kılanları dışarı çıkarmaya yahut dışardan şehitlere ve yaralılara ulaşmaya çalışanlara engel olmuşlar, daha sonra da yaralıların hastaneye nakli esnasında ikinci bir katliam gerçekleştirmişlerdi. Sonra da şehitlerin ahirete uğurlanması esnasında halkı kabristana kadar izledi ve katliamı burada tamamladılar. Böylece H. 1414 yılının Ramazan ayının onbeşine denk gelen "Kanlı Cuma"da sabah namazının kılındığı esnada bir siyonist canavar tarafından başlatılıp onunla aynı fikirleri paylaşan ve aynı duyguları taşıyan işgalci askerler tarafından sürdürülen korkunç katliamda 67 Müslüman şehid oldu, 300'e yakın Müslüman da yaralandı.

Barush Goldstien Canavarı Neyin Nesiydi?

El-Halil'de o korkunç katliamı başlatan Barush Goldstien canavarının kimliğinden biraz söz etmek gerekiyor. Kimdi bu cani yahudi ve nereden gelmişti? Bu cani aslında siyonizm ideolojisinin bir aynası, kutsal Filistin topraklarını işgal altında tutan zihniyetin bir prototipiydi. O, Filistin toprakları üzerinde bir işgal hâkimiyeti kuran kitlenin arasından çıkmıştı ve onu bu derece vahşi bir katliamı gerçekleştirmeye yönelten duygular kendisine bu kitle tarafından kazandırılmıştı. Yani o kendini değil bir kitleyi ve zihniyeti temsil ediyordu. Bu cani mesleğiyle ilgili bütün insani değerleri unutmuş bir doktordu. Daha önce Amerika'da oturuyor ve Amerikan kimliğini taşıyordu. Orada doğmuş, sonra işgal altındaki topraklara göç etmiş ve terör yuvası Kiryat Arba yahudi yerleşim merkezinde oturmaya başlamıştı. Bu kişi Kach terör örgütünün eski bir mensubuydu. Terörist haham Meir Kahane'nin en katı bağlılarındandı. İsrail ordusunda üç yıl süreyle yedek subay olarak görev yapmıştı.

Peki bu korkunç caniyi hangi toplumsal ve fikri yapı ortaya çıkarmıştı ve onu bu derece büyük bir vahşete yönelten zehirler onun zihnine nereden akıtılmıştı? Bu caninin hangi ortamda ve ne gibi ilkeler üzere yetiştirildiğine baktığımızda, bu sorunun cevabını gayet net bir şekilde almamız mümkün olur. Bunun için ilk önce New York'un yahudi mahallesi Bruklin'de oturan dindar anne ve babasının onu nasıl bir anlayışla yetiştirdiklerine bakmamız gerekir. Annesi onu orada en önce, kaynağını kutsallaştırılmış birtakım yalanlarla dolu uyduruk kitaplardan alan kin ve ırkçılık sütüyle emzirmişti. İşte bu sütle emzirilen çocuklara öğretilen müzik parçalarından biri:

Bütün dünya Araplardan nefret eder
Dünyanın ilk gayesi onları teker teker öldürmektir
Şu ayaklarımla düşmanımı ezeceğim
Şu dişlerimle onun derisini kemireceğim
Şu dudaklarımla onun kanını emeceğim
Yine de ona olan kinimi çıkarmış olmayacağım

İşte Goldstien böyle kin ve nefret duygularıyla beslendi hep. Sürekli o havayı teneffüs etti. Goldstien, şehrin köşe başlarına ve yollarının üzerine ölü gibi dikilen kişilerden sadece biriydi. O gitti, ama gerçekleştirmek istediği planlarını kendinden sonrakilere miras bıraktı. Onlar da bu planları tamamlamak üzere devraldılar.

Bakın Filistin topraklarına adeta mayınlar gibi yerleştirilen yahudi yerleşimcilerden biri ne diyor: "Belki insanlığın çoğu bu olayı duymak bile istemez. Ama bize göre bu gerçekten büyük bir eylemdir. Biz yeterince insan öldürülmediğine inanıyoruz. Yine de Tanrı'ya şükürler olsun. Öldürülen insan sayısı pek fena sayılmaz. Bu iyi bir başlangıç sayılır." Bu zihniyet sadece bir iki kişiye mahsus zihniyet değil. Kendilerini insanlığın efendileri, diğerlerini ise hizmetçi ve köle sürülerinden ibaret sayan siyonizm ideolojisinin bütün bağlıları böyle düşünür. Bakın bir başka yahudi yerleşimci ne diyor: "İsterdim ki bu cesareti ben gösterebilseydim. Öyle bir cesarete sahip olsaydım hiç çekinmeden bu eylemi ben yapardım." "Siz Goldstien'ın size göre bir kahraman olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuna muhatap olan bir başka yahudi yerleşimci de şu cevabı veriyor: "Evet. Onun bir kahraman olduğuna ve övgüye değer kahramanca bir eylem gerçekleştirdiğine inanıyorum."

Bu düşünce onların oluşturduğu kitlenin tümünün ortak bir düşüncesidir. O kitle, terörü, öldürmeyi ve başkalarını ortadan kaldırmayı kendine gaye edinmiştir. İşte bu kitle işgal güçleri tarafından korunmakta ve kendilerine her yönden yardım edilmektedir. Çünkü bu kitle işgal yönetiminin can damarı ve ayakta kalabilmesini sağlayan unsurdur. Bu zihniyet sadece sinoyist işgal yönetiminin hâkim olduğu bölgelerde kendini hissettiren bir zihniyet de değildir. Bu, tüm dünyaya yayılmış siyonist yapılanmanın tümüne hâkim olan ortak bir zihniyettir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde bu anlayış belirgin bir şekilde kendini hissettirmektir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanı sözünü ettiğimiz caninin kendi ülkesinin ürünü olduğunu görmezlikten gelerek, yahudilerin zulme uğradıklarına dair uyduruk hikâyeleri tekrar edip durmakta ve vatandaşlarından bu zulümlerin kinini taşıyan bir topluma karşı anlayışlı olmalarını, yaptıkları taşkınlıklar karşısında kendilerini tutmalarını istemektedir. Sonra da bu anlayıştan yola çıkarak yahudi terör örgütlerine fırsat ve imkân vermektedir. Bu terör örgütleri Amerikan yönetiminin sağladığı kolaylıklardan ve verdiği imkânlardan yararlanarak bu ülkede istedikleri yerlerde kamplar düzenleyebiliyorlar. O kamplarda Goldstein markasını taşıyan binlerce terörist yetişiyor. Üstelik oradan, canilere, silahlarını alabilmeleri ve yerleşim merkezlerini kurabilmeleri için su gibi para akıyor.

El-Halil Katliamının Perde Arkası

Uluslararası siyonizmle göbek bağı içinde olan basın yayın organları Filistin halkının bağımsızlık ve varlık mücadelesini "terör" olarak kabul ettirebilmek için ellerinden gelen bütün gayreti sarf ederken işgalci siyonistlerin vahşi katliamlarını "ferdi eylem" şeklinde yansıtıyorlar. Oysa siyonist devlet bütün bu katliamları planlı bir şekilde gerçekleştirmekte ancak kendisinin çirkin yüzünün dünya kamuoyu tarafından görünmesini engellemek amacıyla pratikte "ferdi eylem" metoduna başvurmaktadır. Bakın Hz. İbrâhim Camisi'nde namaz kılanlara yönelik saldırıda bacaklarından iki kurşun yarası alan 20 yaşındaki Muhammed Sâri adlı genç olaylarla ilgili olarak neleri anlatıyor:

"Olaylar Perşembe günü yatsı namazı esnasında başladı. İsrail askerleri ve silahlı sivil yahudiler bu sırada caminin etrafına toplanarak, bu günün yahudilere özel bir bayram günü olduğunu ileri sürdüler ve Müslümanları camiye girmekten alıkoymak istediler. Namaz kılmak isteyenler dışarıda bir alanda toplandılar. Bu sırada sivil yahudiler namaz kılmak üzere toplanan Müslümanlara doğru el bombaları attılar. Müslümanlar camiye girmek için ısrar edince yahudi askerler önce küçük gruplar halinde sonra teker teker camiye girmelerine izin verebileceklerini söylediler. Gece saat on sıralarında da askerler namaz kılmak üzere camiye toplanan Müslümanlardan camiyi tamamen terk etmelerini istediler. Yahudi askerler Müslümanların camiyi terk etmeleri esnasında çok sayıda Müslümana dayak attılar. Ertesi sabah Müslümanlar sabah namazını kılmak için camiye toplu halde geldiler. Sabah namazına toplananların sayısı 1500'ü bulmuştu. Bunların arasında kendilerine tahsis edilmiş olan yerde namaz kılan kadınlar da vardı. Müezzin namaz için kamet getirdi. Biz saf tuttuk ve namaza başladık. Rüku ettik. Sonra birinci secdeye vardığımızda seri bir şekilde ateş edildiğini duyduk. Yüzümü sesin geldiği yöne çevirdiğimde askeri elbiseler giyinmiş ve otomatik makineli tüfek taşıyan birinin namaz kılanlara doğru mermi yağdırdığını gördüm. Saldırgan, caminin sütunlarından birini siper almış oradan ateş ediyordu. Saldırgan saldırı esnasında arka arkaya sekiz şarjör boşalttı."

Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS)'nin açıklamalarında da katliamın sadece gözü dönmüş bir yahudinin işi olmadığı olayın arkasında siyonist İsrail yönetiminin ve bunun da ötesinde siyonizm anlayışının olduğu vurgulandı. HAMAS'ın 26 Şubat 1994 tarihinde katliamla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısından sonra yayınlanan bildirisinde bu konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer verildi: "Siyonist katillerin mübarek Ramazan ayının tam ortasında, mübarek cuma gününde ve Halilurrahman şehrinde bulunan kutsal Hz. İbrahim Camisi'nde namaz kılanları secdede yakalayarak gerçekleştirdikleri bu katliam onların İslâm'a ve Müslümanlara karşı gözü kapalı bir şekilde duydukları kinin göstergesidir. Bu katliam sadece Filistin halkını hedef almış değildir. Aksine açık bir şekilde İslâm inancına ve medeniyetine yöneltilen bir saldırıdır."

Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS), Hz. İbrahim Camisi katliamının birinci yıldönümü münâsebetiyle yayınladığı bildiride de bu katliamın Filistin topraklarına yerleştirilen ve Filistinlilere karşı kin dolu olan yahudi teröristler, İsrail askerleri ve Rabin tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmiş bir katliam olduğuna, bu sayılanların hepsinin söz konusu olayda payının bulunduğuna dikkat çekti.

Siyonistler el-Halil katliamının birinci yıldönümünde katliamın baş sorumlusu olarak görülen Barush Goldstien'ın oturduğu Kiryat Arba yahudi yerleşim merkezinde bir tören düzenlediler. Bizzat İsrail kaynaklarının verdiği haberlere göre törene bazı hahamlar da katıldı ve Goldstien'ı andılar. Kach adlı terör örgütüne mensup siyonistler ayrıca Goldstien'ın mezarı başında da bir anma töreni düzenlediler.

Ne Olmuştu?

İsrail'in 1967'den beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria'da bulunan cami, 25 Şubat 1994'te sabah namazını kılan Müslümanların üzerine ateş açan Yahudi bir fanatiğin eyleminden sonra kapatılmış ve yeniden açıldığında ise yarısından fazlası Yahudilere tahsis edilmiş şekilde ikiye bölünmüştü.

Tarihi "El Halil Camii (Harem-i İbrahim) Katliamı" olarak geçen saldırıda 29 Filistinli şehit olmuş, 150'den fazla kişi yaralanmıştı.

Hazreti İshak ve hanımının bulunduğu kabirler Müslümanlara ayrılan kısımda kalmış, diğerleri ise Yahudilere ayrılan ve sinagoga çevrilen bölümlerde bırakılmıştı.

Caminin bölünmüş kısımları yılda onar gün karşılıklı olarak Müslüman ve Yahudi ziyaretçilere açılıyor.

Hz. İbrâhim Camisi Ne Durumda?

Siyonist işgal yönetimi el-Halil katliamından sonra katliamın gerçekleştirildiği Hz. İbrâhim Camisi'ni ibadete kapattı. Cami sekiz ay süreyle kapalı tutuldu. Açıldığında ise camide büyük değişiklikler yapılmıştı. Sanki katliamı gerçekleştirenler siyonistler değil de Müslümanlarmış gibi bu caminin asıl sahibi durumunda olan Müslümanlar cezalandırılmışlardı. Caminin yahudilere ayrılan kısmı üçte ikisini kapsayacak şekilde genişletilmiş, bunun yanı sıra Müslümanlara ait kısımda namaz kılacakların sayısına sınır koyulmuş ve bu kısmın askerler tarafından gözetlenebilmesi için caminin değişik yerlerine gizli kameralar, gözetleme yerleri vs. yerleştirilmişti. Müslümanlara tahsis edilen bölümde namaz kılabileceklerin sayısı 300'le sınırlandırılmıştı. Müslümanların kullandığı ana kapılardan sadece bir tanesi açık bırakılmış diğerlerinin tamamı kapatılmıştı. Açık bırakılan kapıya da havaalanlarındaki gibi manyetik kontrol cihazları ve özel gözetim bölmeleri yerleştirilmişti. Yapılan bu düzenlemelerle cami adeta bir polis karakoluna dönüştürülmüştü. Sanki sekiz ay önceki katliamın sorumlusu onlarmış ve tehlike onlardan kaynaklanıyormuş gibi.

Kudüs'teki İslâmi Vakıflar Meclisi Hz. İbrahim Camisi'nde yapılan değişikliklerle ilgili bir açıklamasında İsrail yönetiminin Hz. İbrahim Camisi'nde yaptığı değişikliklerle orada ibadet eden Müslümanlara saldırarak katliam gerçekleştirenleri, Müslümanların hesabından mükâfatlandırdığını ifade etti. Meclisin yaptığı açıklamaya göre siyonist işgal yönetimi Hz. İbrahim Camisi'ndeki bazı İslâmi sembolleri sildi. İslâmi Vakıflar Meclisi konuyla ilgili açıklamasında Hz. İbrahim Camisi'nin Müslümanların bir mabedi olduğuna dikkat çekerek bu cami üzerinde askeri diktatörlük kurmaya, askeri gücünü kullanarak Müslümanların ibadet hürriyetlerini kısıtlamaya kimsenin hakkı olmadığını ifade etti. Meclis ayrıca Hz. İbrahim Camisi'nin tamamının Müslümanlara ait olduğunu dile getirerek orada Müslümanlardan başkalarına ibadet yeri tahsis edilemeyeceğini belitti. Açıklamada İslâmi hükümlere göre bir caminin bütün dünya Müslümanlarına açık olması gerektiği de vurgulanarak, kimsenin bir camiyi bazı Müslümanlara açık tutarak diğerlerine kapatmaya hakkı olmadığı belirtildi.

Son imzalanan el-Halil anlaşması da Hz. İbrâhim Camisi açısından büyük bir ihanet oldu. Çünkü anlaşmada el-Halil'in % 20'lik kesimi tamamen siyonist işgalcilerin kontrolüne bırakılmıştır ki Hz. İbrâhim Camisi de bu bölgede kalmaktadır. Üstelik anlaşma metninde Hz. İbrâhim Camisi'nden "câmi" olarak değil "Peygamberler Kabristanı" olarak söz edilmektedir. Bu yolla caminin tamamen bir yahudi sinagoguna dönüştürülmesi için zemin hazırlandığı gayet açıktır. Öte yandan siyonist işgal yönetimi el-Halil'deki yahudi yerleşimci sayısını artıracağını açıklayarak bu şehirle ilgili hedefini ortaya koydu. Şehrin siyonist yönetime bırakılan kesiminde yahudi sayısının artırılması Hz. İbrâhim Camisi'ne yönelik yahudi tehdidinin her geçen gün artması demek olacaktır. İşte el-Halil anlaşmasına imza atanlar Filistin'in Mescidi Aksa'dan sonra gelen bu mübarek mabedini böyle bir tehlike ve tehditle karşı karşıya bırakmışlardır.

Dünden Bugüne Hz. İbrâhim Camisi

Filistin'in el-Halil kentini sembolize eden Hz. İbrâhim Camisi'nin ilk şeklinin Hz. İbrâhim (a.s.) tarafından inşa edildiği rivayet edilir. Caminin adı bu yüzden ona nispet edilir. Nitekim elde mevcut tarihi kayıtlara göre M. Ö. 1900'lü yıllarda Hz. İbrâhim (a.s.) bu şehre gelip yerleşmiş ve bir mabet inşa etmiştir. İşte bu ma'bed bugünkü Hz. İbrâhim Camisi'nin ilk şeklidir.

Hz. İbrâhim Camisi'nin bulunduğu şehir siyonist işgalcilerin eline 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra geçti. Caminin asıl dramı da bu tarihten sonra başladı. Yahudiler Hz. İbrâhim Camisi'ni işgal edebilmek ve bu kutsal mabedi sinagoga dönüştürebilmek amacıyla el-Halil'in tam merkezine bir yahudi yerleşim merkezi kurdular.

Yahudiler başlangıçta tek tek gelerek cami haremi dışında dini törenlerini yaptılar. Daha sonra onların da cami haremi içinde ibadetlerini yapmalarına izin veren bir karar çıkarıldı. Bu, o kutsal mabedin halis İslâmi kimliğine yönelik ilk saldırıydı. Bu izin, kalabalık bir tören ve toplu ibadetle kutlandı. 27 Ağustos 1972'de gerçekleştirilen bu ibadet ve törenlere yahudi terör örgütlerinden Kach'ın lideri haham Meir Kahane önderlik etti.

Bu olayın üzerinden daha birkaç hafta geçmemişti ki işgal yönetimi yahudilerin, Müslümanların namaz kıldıkları vakitlerde de kendi ibadetlerini yapabileceklerine dair açıklama yaptı. Derken olaylar birbirini izlemeye başladı. Aynı yılın Kasım ayının on ikisinde bölgenin askeri kumandanı yahudilerin ibadet saatlerini artıran ve caminin içine ibadet esnasında oturulmak üzere sandalyeler sokulmasına imkân veren bir karar çıkardı. Bu karar, caminin içine Tevrat nüshalarının konulacağı birtakım dolaplar yerleştirilmesine de imkân veriyordu. Bu dolaplardan biri Hz. Ya'kub (a.s.) zaviyesine yerleştirildi. Bu kararın gölgesinde Hz. Yakub (a.s.) zaviyesi ve dolayısıyla Hz. İbrahim (a.s.)'ın makamının önü işgal edilmiş oldu. Yine aynı sıralarda Müslümanların namazları için tahsis edilen süre de kısaltıldı. Buna göre öğle ve ikindi namazları için toplam iki buçuk saat süre tanınıyordu. Buna ek olarak Müslümanların cenaze namazlarını Hz. İbrahim Camisi hareminde kılmaları da yasaklandı.

Daha sonra yahudiler Müslümanların namazlarını karıştırmak amacıyla garip birtakım dini parçalarını yüksek seslerle söylemeye ve yine cami haremi içinde boynuzdan yapılan çalgılarını çalmaya başladılar. Bu yolla camiye karşı saygısızlıklarını ve Müslümanları tahrik etmeyi amaçlayan hareketlerini daha da artırdılar.

el-Halil katliamından sonra ise camide büyük değişiklikler yapılarak Müslümanların ibadet imkânları iyice kısıtlandı, yahudilere tahsis edilen bölüm de caminin üçte ikisini kapsayacak şekilde genişletildi.

Bütün bu gelişmeler açıkça gösteriyordu ki, Hz. İbrahim Camisi'nde gerçekleştirilen katliam caminin tamamını istila etme ve orayı tamamıyla bir yahudi sinagoguna dönüştürme amacına yönelik planlar zincirinin bir halkasından başka bir şey değildi. Bu planlar zincirinin uygulamaya geçirilmesi işlemlerine işgal devleti siyasi yönetimiyle, yargı kurumlarıyla, ordusuyla ve tüm yahudi yerleşimcileriyle katılmıştı.

Haberin Devamını Kaynağında Oku
Önemli Not: Bu haber içerik ortaklığı kapsamında DÜNYABÜLTENİ internet sitesinden, F5Haber.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak geldiği şekliyle alınmıştır. Bu haberlerin hukuki muhatabı haber kaynaklarıdır. Haberlerle ilgili her tür şikayetinizi sikayet@f5haber.com adresimize gönderebilirsiniz.