Gürsoy Şahin: Dünyada kamuoyu Türk-Ermeni ilişkilerine objektif bakmıyor

Tarihte en çok konuşulan konular arasında yer alan Türk-Ermeni ilişkileri üzerine Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürsoy Şahin ile derinlemesine bir söyleyişi gerçekleştirdik. Şahin, Sözde Ermeni 'soykırımı' ile ilgili konuşulanlar için ' Türkiye'ye yöneltilen haksız eleştiriler, geçmişte yaşanan olaylar hakkında yeterli araştırma yapılmadan, arşivler ve kaynak eserler titizlikle incelenmeden tek taraflı yaklaşılmasının bir sonucudur. Bu husustaki en büyük sorun dünya kamuoyunun bu konuya objektif bakamamasından kaynaklanmaktadır ' diyor.

Son günlerde ABD Başkanı Biden'ın sözde Ermeni 'soykırımı' sözleriyle birlikte Türk-Ermeni ilişkileri yeniden gündeme geldi. Bizlerde geçmişten bu yana bu iki ülke arasındaki ilişkileri 

 Prof. Dr. Gürsoy Şahin ile  bu konu üzerinde kaleme aldığı çalışmalarıyla masaya yatırdık.  

Gürsoy Şahin kimdir? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Öncelikle böyle bir fırsat verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizin şahsınızda bütün okurlarınıza selamlarımı iletmek istiyorum. 1974 yılında Sivas ili Suşehri ilçesinde doğdum. İlk ve orta öğrenimimi ilçemde tamamladıktan sonra 1990 yılında İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümünde yükseköğrenime başladım. 1994 yılında buradan mezun oldum. Aksaray, Van ve Sivas’ta Tarih Öğretmenliği yaptım. 1998 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesinde uzman olarak göreve başladım.

Yüksek Lisansımı 2001 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde, Doktoramı 2005 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladım. Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne 2006’da Yrd.Doç., 2011’de Doçent ve 2018’de Profesör olarak atandım. Hâlen aynı bölümde Bölüm Başkanı olarak görevimi yürütmekteyim.

Balkan tarihi, misyonerlik, müzecilik, seyahatnameler, Türk-Ermeni ilişkileri gibi konularda çalışmalarımı sürdürmekteyim.

Tarihi hangi gözle okumalıyız? Tarihçilik mesleği hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Bilindiği üzere çeşitli tarih yazım usulleri bulunmaktadır. Hikâyeci (Rivayetçi) tarih, Öğretici (Pragmatik) tarih ve Araştırıcı (Nedennasılcı) tarih genel olarak herkesin benimsediği tarih yazım çeşitleridir. Hikâyeci tarih yazıcılığında olaylar yorumlanmadan, irdelenmeden nakledilir. Öğretici tarih yazıcılığında, geçmişten bir fayda umulmaktadır. Tarihteki iyi örnekler üzerinden bir ders çıkarılması beklenmektedir. Bu yazım türlerinin kendince özellikleri olmakla birlikte tarihi Araştırıcı (Nedennasılcı) yöntemle yani bilimsel yaklaşımla, bilimsel gözle okumak, değerlendirmek ve yazmak gereklidir. Geçmiş, doğrusuyla yanlışlıyla yani her yönüyle irdelenirse, yorumlanırsa ancak o zaman gerçek ortaya çıkarılabilir. Tarihsel olay ve olgulara ideolojik perspektiften bakılırsa gerçeklere ulaşmamız güçleşir.

Tarihçilik mesleği çok keyifli, bir o kadar da meşakkatli ve sorumluluğu olan bir meslektir. İnsanlar belirli bir olgunluğa erişince tarih daha farklı bir anlam kazanır. Bir de tarihçilik aynı zamanda insanın ömrünü de uzatan bir meslektir. Ancak insanın ömrünü geçmişe doğru uzattığını söylemek gerekmektedir. Tarih okuyarak, araştırarak toplumların başarıları ve başarısızlıkları gibi birçok ayrıntıyı öğrenmek mümkün olmaktadır. Tabii bir de bunun yazılması ve okuyucuya sunulması kısmı var. Burada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihle ilgili sözünü hatırlatmakta fayda var. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” O sebeple tarih yazarken de okurken de bilimin rehberliğinden ve objektiflikten ayrılmamak gerektiğinin altını çizmek isterim.

İnsanlar için tarih neden önemlidir? Tarih mikro ya da makro anlamda insan için neden belirleyici bir değere sahiptir?

Bilindiği gibi tarih; geçmişte olan biten olayları, insan faaliyetlerini yer zaman göstererek, sebep sonuç ilişkisi içinde inceleyen bir bilimdir. İnsanların hafızası ne kadar önemli ise milletlerin hafızası olarak tarih de o kadar önemlidir. Tarihin araştırma alanı geçmiş zaman olmakla birlikte esasen sonuçları ve etkileri günümüze ve geleceğe dönüktür. Yani günümüzü iyi anlamanın ya da anlamlandırmanın ve geleceği planlamanın en önemli aracı tarih bilimidir. Hafıza veya tarih, sadece geçmişle ilgili olmayıp toplumlar, geleceklerini daha iyi şekillendirebilmeleri için de ihtiyaç duydukları bütün tecrübeleri yine tarihte bulurlar. İnsanlar hafızaları sayesinde bugünü anlamlandırır ve hatırladıklarıyla geleceğe umutla bakar. Tarih de aynı duyguyu milletlere kazandırıyor. Tarih, milletlerin hafızasıdır diyebiliriz. Aynı zaman toplumun kimlik kazanmasında ve millî bir kimlik inşa etmesinde de son derece önemlidir.

Bütün ilimlerde olduğu gibi tarihin amacı da hakikate, gerçeğe ve doğruya ulaşmaktır. Ancak tarihte bazen eksik parçalar mevcut olabilmektedir. İnsanlık tarihini bir bulmacaya veya puzzle oyununa benzetirsek mikro tarih çalışmaları bize bütünü anlamak, eksik parçayı bulmak ve büyük resmi görmek açısından ipuçları vermektedir. Küçük parçaların bir araya gelmesiyle yani mikro tarih araştırmalarıyla geneli anlamlandırmak mümkün olmaktadır. Mikro alanlar araştırılmadan makro olayların açıklanması mümkün değildir. Esasen tarihteki ayrıntıları ortaya çıkarmak zorlu bir yolculuktur. Ancak mikro tarih araştırmaları arttıkça tarih daha keyifli hâle gelmektedir. Mikro, tarih aynı zamanda günlük hayatın akışını, sıradan insanların yaşantısını ortaya çıkardığı için tarihin daha ziyade hegemonik bakışını da ortadan kaldırmaktadır.

Osmanlı tarihinin görsel, işitsel ve yazılı medyada sıklıkla kullanılan bir alan olmasının, popülerleşmesinin, medya başlığı altında bir araya getirilebilecek alanların nicelik açısından artış göstermesinin sebebi nedir?

Osmanlı tarihi veya diğer tarih alanlarıyla ilgili medyada artan bir şekilde ilgi söz konusudur. Bunun sebebi tarihî meselelerin kamusal alana taşınmış olması ve tarihin kamusal alanda tartışılır hâle gelmesidir. Bu olumlu olmakla birlikte tarihin bu kadar çok popülerleşmesi bazı bilimsel gerçeklerin gölgede kalmasına sebep olabilir. Osmanlı tarihinin görsel, işitsel veya yazılı medyada bilimsel olarak yer almasını, konuşulmasını, tartışılmasını doğru buluyor ve destekliyorum. Görsel veya işitsel medyada Osmanlı tarihiyle ilgili belirli konulara dikkat çekilebilir, hatırlatma yapılabilir.

Dünyamızın küreselleşmesinde belirleyici etkisi bulunan iletişim aygıtları, tarihsel bilginin de her anlamda ulaşabilir hâle gelmesini sağladı. Ancak ilgiden beslenen medya araçlarının tarihi kullanımını doğru buluyor musunuz? Tarihi kullanma ve yansıtma açısından ne derecede etkin ve etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

Çevrim içi olarak bilgiye, kaynaklara, kütüphanelere ulaşmak gittikçe kolaylaşmaktadır. Diğer taraftan bazı dijital mecralarda da çeşitli bilgiler yayınlanmakta veya tekrarlanmaktadır. Ancak bu durumda doğru bilgiye ulaşmak, bilgiyi sınıflandırmak, irdelemek, analiz ve sentezler yapmak önemli hâle gelmektedir. Yani iletişim araçlarında yer alan bilgilerin doğruluğunu teyit etmek önem arz etmektedir. Sanırım bundan sonra tarih konusunda internet için güvenilir içerik üretmek çok daha önemli hâle gelecektir.

Öte yandan konusunu tarihten alan diziler, filmler toplumun tarihe olan ilgisini de artırmaktadır. Ancak diğer taraftan belirli bir izleyici kitlesine hitap eden medya, filmleri veya dizileri belirli bir kurgu ile izleyicisine sunmaktadır. Hatta zaman zaman izleyicinin beklentilerine göre kurguda yönlendirmeler yapılması mümkündür. Bu yolun önü açılınca izleyici kurgu ile gerçek arasında kalabiliyor. Çünkü gerçeğin nerede kurgunun nerede başladığını anlamak zorlaşmaktadır.

Burada bir hususa dikkat çekmek istiyorum: Tarihle ilgili konuların sadece görsel, işitsel veya yazılı medya aracılığıyla değil de bilimsel kitaplar ve makaleler aracılığıyla öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Osmanlı veya Türk tarihinin diğer alanlarındaki meseleleri mutlaka bilimsel eserler üzerinden okumak, araştırmak, irdelemek daha doğru olacaktır. Sonuç olarak bilimsel hakikate ulaşmanın en önemli yolunun bilimsel çalışmalarla olacağı kanaatindeyim.

Bir Tarih öğrencisi kendini nasıl yetiştirmelidir? Bu konudaki tavsiyeleriniz, önerileriniz nelerdir?

Esasen her alanının kendine göre zorlukları vardır. Sosyal veya sayısal alanlarda eğitim gören öğrencilerimiz çok çalışmalıdır. Ancak tarih bölümlerinde eğitim gören öğrencilerimizin diğer arkadaşlarından çok daha fazla kitap okuması, çalışması ve araştırma yapması gerekmektedir. Tarih bölümü öğrencilerinin özellikle çapraz okuma denilen yöntemle meseleleri irdeleyerek, yorumlayarak okuması, değerlendirmesi kaçınılmazdır.

Tarih öğrencisi edebiyat, sosyoloji, iktisat, hukuk gibi kendini besleyecek alanlarda da okumalar yapmalıdır. Türkçeyi iyi kullanmalı, iktisat bilmeli, sosyolojik verileri anlamlandırabilmeli, dinî bilgilere vakıf olmalı, çok yönlü olmalı ve mutlaka Doğu veya Batı’ya ait en az bir yabancı dil öğrenmelidir. Sonuç olarak Tarih bölümü öğrencisi okur, yazar ve konuşur olmalıdır. Bu unsurlardan birisi eksik kalmamalıdır.

“Osmanlı Devleti’nde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri” kitabınızda Türk-Ermeni ilişkileri konusunu nasıl bir çerçeveden ele aldınız? Bu çalışmanın temel dinamiği neydi ve yazım süreci nasıl gelişim gösterdi?

Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili akademik çalışmalarım yaklaşık on beş yıl öncesine dayanmaktadır. Bu konulara duyduğum ilgiyi esasen daha eskiye götürmem mümkündür. Memleketim Sivas, vaktiyle Ermenilerin de yaşadığı bir şehirdi. Ermenilerle ilgili anlatılarda kimi zaman iyi komşu olduklarından kimi zaman da Osmanlı askerlerine pusu kurarak Türk askerlerini şehit ettiklerinden bahsediliyordu. Bu anlatılar beni tarihe yönlendirdi.

Bu merak üzerine Ermeni meselesiyle ilgili ilk akademik çalışmalarım ABD’li bir misyonerin Türk-Ermeni kültürel ilişkileri ile ilgili gözlemleri ve misyonerlerin Ermeni meselesindeki rolleri çerçevesinde başladı. Ardından 1913-1916 yıllarında Suşehri kaymakamlığı, Şebinkarahisar mutasarrıf vekilliği ve Sivas vali yardımcılığı görevlerinde bulunmuş olan Ahmet Hilmi (Kalaç) Bey’in “Kendi Kitabım” adlı anıları dikkatimi çekti. Bu anılar çerçevesinde “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Sivas ve Suşehri Bölgelerinde Ermeni Faaliyetleri” başlıklı kitap çalışmam 2007’de yayımlandı. Ardından 2008’de “Osmanlı Devleti’nde Katolik Ermeniler Sivaslı Mihitar (1676-1749) ve Mihitaristler” konusunda bir kitap çalışmam daha oldu. Bu süreçte Ermeni meselesiyle ilgili makaleler kaleme almaya ve uluslararası sempozyumlarda bildiriler sunmaya devam ettim.

Makale ve bildirilerimde iyi komşuluk ilişkileriyle bu ilişkilerin bozulmasına giden siyasal süreçleri ve Ermeni meselesinin Batılı devletler tarafından kışkırtılması sonucu siyasallaştığını ortaya koyan çalışmalar yaptım. Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili tüm çalışmalarımın bir sonucu olarak 2018’de “Osmanlı Devleti’nde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri” başlıklı kitabım ortaya çıktı.

Gündeme geldiğinden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası platformda sürekli meşgul eden Türk-Ermeni ilişkileri bu çalışmada nasıl bir kronolojik sınıflandırmaya tabi tutuldu?

Maalesef Ermeni meselesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası platformda sürekli meşgul etmektedir. Esasen Batı kamuoyunda Ermeni meselesi ile ilgili Türkiye’ye yöneltilen suçlamaların temelinde önyargılar, yanlış bilgiler ve siyasî sebepler yer almaktadır. Bu meselede Türkiye’ye yöneltilen haksız eleştiriler, geçmişte yaşanan olaylar hakkında yeterli araştırma yapılmadan, arşivler ve kaynak eserler titizlikle incelenmeden tek taraflı yaklaşılmasının bir sonucudur. Bu husustaki en büyük sorun dünya kamuoyunun bu konuya objektif bakamamasından kaynaklanmaktadır. Mesele tamamen siyasallaştırılmaktadır.

Çalışmada öncelikle Ermenilerin adı, menşeleri, Anadolu’daki tarihleri ve Hristiyanlığı kabulleri hakkında bilgiler verildi. Sonra Türklerle ilişkilerine geçildi. Türklerle Ermenilerin ilk temasları Hunlar dönemine kadar götürülebilir. Ancak sistematik olarak Türk-Ermeni ilişkileri Türklerin Anadolu’ya akınlarıyla başlamıştır. Kitapta 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Türk-Ermeni ilişkilerinin olumlu bir yönde geliştiğinden bahsedilmektedir. Özellikle Sultan Melikşah, 1086’da batıya yöneldiğinde Urfalı Mateos’un ifade ettiği gibi “Sultanın yüreği Hristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözü ile bakıyordu. O böylelikle hiç muharebe yapmadan birçok eyalet ve şehirlere hâkim oldu.” Bu sebepten Ermeniler, Türkleri Bizans’a karşı bir kurtarıcı olarak karşılamışlar ve ilişkiler bu çerçevede gelişerek devam etmiştir. Çalışmada kısmen Haçlı Seferleri sırasında Ermenilerin Haçlılarla ilişkilerine de değinilmiştir.

Kitabın esasını Osmanlı döneminde Türk-Ermeni ilişkileri oluşturmaktadır. Öncelikle Osmanlı Devleti hizmetinde Ermeniler, iki toplumun iyi komşuluk ilişikleri ve bunun derin kökleri ortaya konulmuştur. Türklerle Ermenilerin ilişkilerinin olumlu yönünü kaybedip çatışmaya dönüşmesi uzunca bir sürecin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Çalışmada bu durumun sebepleri hem siyasal hem de kültürel açıdan değerlendirilmiştir.

Çalışmada 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusların, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenmesi, Ermeni sorununun ortaya çıkmasının nedenlerinden birisi olarak ifade edilmektedir. Keza Fransız İhtilali, 1828’de Rusya ile İran arasında imzalanan ve gelecekte oluşturulması düşünülen Ermenistan’ın temellerinin atıldığı Türkmençay Antlaşması, XIX. yüzyılda aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus Savaşları ve 1878 Berlin Antlaşması irdelenmektedir.

Ayrıca Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finansmanının, Ermeni Patrikhanesi ve kilisesinin çalışmalarının, Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve ABD’ye giden ve ihtilalci fikirlerle Türkiye’ye dönen Ermenilerin, Balkan ve I. Dünya Savaşlarının, gayrimüslim okullarının ve cemiyetlerinin, Ermeni çetelerinin, misyoner faaliyetlerinin, Yunanistan, Bulgaristan ve Bosna-Hersek olaylarının sorunun ortaya çıkmasını hazırlayan olaylar zincirini oluşturduğu ifade edilmektedir.

Kitapta, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordularının farklı cephelerde mücadeleleri devam ederken Ermeni komitacıların Türklere saldırıları, Rus kuvvetlerine yardımları ve ikazlara uymayarak Anadolu’daki hadiseleri sürekli körüklemesi üzerine 24 Nisan 1915’te Hınçak ve Taşnak gibi Ermeni komita merkezlerinin kapatıldığı, belgelerine el konulduğu ve elebaşların tutuklandığı anlatılmaktadır. Ermeni olaylarının önü alınamayınca 27 Mayıs 1915’te tehcir kanunu olarak ifade edilen “Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” (Sefer Zamanında Hükümetin İcraatına Karşı Gelenler İçin Ordu Tarafından Alınacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun) adlı kanununun kabulü ve uygulanışı ile ilgili bilgiler verilmektedir.

Tehcir yani zorunlu göç kanununun uygulanması anlatıldıktan sonra tehcirin 15 Mart 1916’dan itibaren durdurulduğuna dikkat çekilmektedir. Bilahare I. Dünya Savaşı bitince 4 Kasım 1918’de “Vakt-i seferde icraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedabir hakkındaki 13 Recep 1333 tarihli kararnamenin reddi hakkındaki Meclis-i Mebusan Kararnamesi” ile tehcir kararının yürürlükten kaldırıldığı üzerinde durulmaktadır.

Sonuç olarak Ermenilerin soykırıma tâbi tutulma iddiasının tamamen asılsız olduğu belgelere dayanılarak ortaya konulmaktadır. Bu tür iddiaların bazı Ermenilerin siyasî hedeflerine ulaşmak için ortaya attıkları propagandadan ibaret olduğu, Ermeni diasporası ve bazı Avrupa devletlerinin ve ABD’nin Türkiye’nin zamanını ve enerjisini bu soruna harcamasından faydalanmayı bir politika olarak benimsedikleri ve konuyu siyaseten sürekli gündemde tutmaya devam ettikleri vurgulanmıştır.

“İngiliz Seyahatnamelerinde Osmanlı Toplumu ve Türk İmajı” isimli çalışmada yola çıkış amacınız neydi? Bu amacı gerçekleştirebildiniz mi? Çalışmanızda dikkat çekmeyi hedeflediğiniz ve üzerine eğildiğiniz kavramlar nelerdi?

Çalışmada yola çıkış amacımız, Avrupa insanının Türkler ve Osmanlı ülkesi hakkındaki düşüncelerini ve bu düşüncelerin tarihî temellerini araştırmaktı. Ancak araştırmanın boyutunu ve süresini de düşünerek çalışmanın dönem ve millet olarak sınırlandırılması gereğini hissettik. Eserde millet olarak, Osmanlı ile ilişkileri diğer Avrupa devletlerine göre daha geç başlamakla birlikte kısa sürede gelişen ve yoğun bir şekilde devam eden İngilizleri, zaman olarak da içinde bulunduğu siyasî, sosyal ve ekonomik şartlar gereği Osmanlı Devleti için “En uzun yüzyıl” olarak nitelendirilen XIX. yüzyılı seçtik.

Seyahatnameleri seçerken XIX. yüzyılın başından sonuna kadar bütün olarak yansıtacak tarihleri seçmeye dikkat ettik. Yine gezginlerden meslekleri birbirinden farklı olanları seçmeyi uygun gördük. Böylece bir gezginin hakkında pek fazla bilgi vermediği bir konuyu diğer gezginlerden tespit etmeye çalıştık. Ayrıca İngilizlerle karşılaştırma açısından kısmen XIX. yüzyıl ve daha eski tarihli Alman, İtalyan ve Fransız gibi farklı milletlerden gezginlerin gözlemlerine ve görüşlerine de değinmeyi uygun gördük.

Araştırmada gezgin, seyahatname ve Türk imajı gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. Ayrıca İngilizlerin, Türkleri neden öteki ve farklı gördükleri veya Türklerin hangi özelliklerini ilginç buldukları sorularına cevap aranmıştır. Bu çerçeveden XIX. yüzyılda Türk-İngiliz karşılaşmalarının genel sınırları çizildikten sonra, Anadolu’ya gelen gezginlerle daha önceki yüzyıllarda bölgeye gelen gezginlerin izlenimleri karşılaştırılarak tarihî süreç içerisinde Türk imajındaki değişim ortaya konulmuştur.

Çalışmada bahsi geçen ve açıklanması gerekli görülen kavramlardan bir diğeri de “Öteki”dir. Öteki kültürler probleminin Herodot’tan bu yana antropolojinin temel sorunu olduğu söylenebilir. Bu çerçeveden olmak üzere Doğu ile Batı arasında ilk çağlardan beri mücadeleler yapılageldiğini ve iki medeniyetin insanlarının da bu sayede kendilerini tanımladıklarını, kimliklerini oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Malumunuz günümüzü iyi anlamanın en önemli aracı tarih bilimidir. Tarih, insanların geleceklerini daha iyi şekillendirebilmeleri için ihtiyaç duyulan bütün tecrübeleri kendisinde barındırır. Bu anlamda XIX. yüzyıl İngiliz gezginlerinin Osmanlı ülkesi ve Türklere karşı bakış açısını bilmek genel anlamda Avrupalıların Türkleri nasıl gördüğü meselesinin çözümüne ışık tutacaktır. Yapılan çalışma ile İngiltere’de Türk imajının oluşumu, Türkiye algısının şekillenmesinde etkili olan unsurlar, Türkiye ile ilgili yorumlar, Türklerin nasıl algılandığını ve değerlendirildiğini ortaya çıkarmak gibi temel hedeflere ulaşılmıştır.

Seyahatnameler her ne kadar tarihî bir kaynak olarak kabul edilme konusunda tartışma götürmeye devam etse de zamanın ve mekânın canlı bir tasviri olmaları, yazıldıkları dönemin kültürel yapısını yansıtmaları ve bize tarihe farklı bir açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle her zaman dikkat çekmektedirler. Bu bağlamda siz seyahatnamelerin kaynak değerleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Seyahatnamelerin tarihî konularla ilgili dikkat çekici veriler sunduğunu öncelikle ifade etmek gerekir. Ancak seyahatnameleri tarih araştırmalarında kaynak olarak kullanırken temkinli olunmalı ve seyyahların peşin hükümlü olabilecekleri unutulmamalıdır. Çünkü bu tür eserlerde günlük hayatta rastlanabilecek problemler, sorunlar, istisnalar kimi zaman alışılmadık olaylarmış gibi tasvir edilebilmekte, okuyucuların ilgisini çekmek amacıyla çarpıtma ve abartılı bilgi aktarılması ayrıca gezilen yerle ilgili bilgi eksikliği söz konusu olabilmektedir.

Geçmişten getirilen önyargılar da seyahatnamelerin içeriğini etkileyen sebeplerdendir. Bu anlamda gezginler, çocukluklarından beri dinledikleri çeşitli görüş veya kanaatleri eserlerinde onaylamak zorunda hissetmişlerdir. Bu konudaki bir İspanyol atasözüne göre “Uzun yolculuklara çıkan kuyruklu yalanlarla eve döner.” Bu nedenle seyahatnamelerdeki yorum ve bilgiler değerlendirilirken gezginin eğitim ve kültür seviyesi ile eserin yazıldığı dönemin şartları mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca döneme ait farklı kaynaklarla kıyas yapılarak kullanılmalıdır.

Albert Einstein “Bir atom bir önyargıdan daha kolay parçalanabilir.” demektedir. Önyargı ihtimali ve seyahatnamenin yazıldığı dönem ile yazarın eğitim durumu, kültür derecesi de göz önünde bulundurularak eserlerin daha sağlıklı bir kritiği ve değerlendirmesi yapılabilir. Seyahatnamelerdeki mevcut olumsuzluklara rağmen gezginlerin izlenimleri, bir ülkenin görece entelektüel temsilcilerinin bakış açısını tespit etmek açısından önemlidir.

XIX. yüzyıldan itibaren ulaşım imkânlarının iyileşmesi askerî ve siyasî sebeplerle gezginlerin seyahatleri daha da artmıştır. Osmanlı ülkesi ile ilgili çok sayıda eserin kaleme alındığı bu dönemdeki seyahatnamelerin içerik açısından oldukça zengin olduğunu söylemek mümkündür. Bu meyanda anılan yüzyılda Osmanlı ülkesini ziyaret eden İngiliz gezginlerin kaleme aldıkları seyahatnamelerde Osmanlı toplumu, şehirler, ekonomik yapı, gayrimüslimler, sağlık koşulları, yönetim sistemi ve yöneticilerle ilgili dikkat çekici bilgiler bulunabilmektedir.

Esasen günümüzde elde mevcut seyahatnameler, ülkelerine geri dönen veya dönebilen gezginlerin eserleridir. Bunların yanında yollarda, gezdikleri ülkelerde hastalık sonucunda ya da farklı sebeplerle ölenler, tutsak olanlar, evlenme, din değiştirme sebepleriyle hayatlarını farklı ülkelerde geçirenlerin hatıraları, izlenimleri veya yayınlanmayan seyahat anılarının bulunduğu muhakkaktır. Bu tür eserlerin zamanla okuyucuyla buluşması, tarihin daha renkli ve ilginç yanlarını ortaya koyacaktır. Sonuç olarak eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilmek şartıyla seyahatnameleri tarihî kaynak olarak kullanmak mümkündür.

Bunların dışında nasıl bir okursunuz? Okurken nelere dikkat edersiniz? Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz bize?

Yazabilmek için çok okumak gerekmektedir. Bilimsel çalışmalar sırasında çokça akademik kitap okumak zorundayız. Son zamanlarda daha çok Balkan tarihi özellikle de Balkan şehirleriyle ilgili kitaplar okumaktayım. Mesela, Maria Todorova’nın kaleme aldığı “Balkanlar’ı Tahayyül Etmek” çok ilgi çekici bir eser. Ayrıca müstakil şehir tarihi ve biyografi kitaplarını okumayı çok severim. Dinlenmek için edebî kitaplar okumayı tercih ederim.

Bazen daha önce okuduğum kitapları yeniden okumak ihtiyacı duyuyorum. Bunlardan birisi Erik Jan Zürcher‘in “Bir Ulusun İnşası Osmanlı İmparatorluğu’ndan Atatürk Türkiye’sine” başlıklı kitaptır. Keza David Fromkin’in “Barışa Son Veren Barış” kitabı da yeniden okuduğum kitaplardandır. Son olarak Hayri Yıldırım’ın “Sömürgeci Batı’nın Barbarlık Tarihi” ve İhsan Karataş’ın “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Toplum Hayatı” başlıklı eserler beğendiğim kitaplardandır.

Yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığınız yeni projeleriniz var mı?

Son dönemlerde Balkan tarihi ile ilgili araştırmalara yoğunlaştım. Özellikle Tuna ve Sava nehirlerinin bölgeye etkileri ilgimi çekmekte. Yakın gelecekte Balkan tarihi ile ilgili çalışmalarımı bir kitapta toplamayı planlamaktayım. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid dönemiyle ilgili dikkat çekici bir kitap çalışması içerisindeyim. Bu çalışmalar salgın döneminin belirsizliğini üstümüzden atmak için de bir vesile oluyor. Çalışmak bizler için en iyi ilaç diye düşünüyorum. Bu süreçte herkes için öncelikle sağlık diliyorum.

Röportaj: Deniz Demirdağ

Haberin Devamını Kaynağında Oku
Önemli Not: Bu haber içerik ortaklığı kapsamında GASTE24 internet sitesinden, F5Haber.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak geldiği şekliyle alınmıştır. Bu haberlerin hukuki muhatabı haber kaynaklarıdır. Haberlerle ilgili her tür şikayetinizi sikayet@f5haber.com adresimize gönderebilirsiniz.