Abdulkadir Selvi: Yaşar Büyükanıt niye yargılanmadı?
Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden ve e-muhtıra ile Türkiye siyasetinin bir dönemine damgasını vuran eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile ilgili Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi'den çarpıcı bir değerlendirme geldi. Selvi, Büyükanıt’ın yargılanmamasını eleştirerek "Yaşar Büyükanıt niye yargılanmadı? Muhtıra veren Büyükanıt’a devlet övünç madalyası neden verildi? Altına zırhlı Mercedes neden çekildi" diye sordu
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te F5Haber'e abone olun
F5Haber'e Google News'te abone olun
Abone OlKamuoyunda e-muhtıra olarak bilinen 27 Nisan 2007 tarihli bildiriye ilişkin soruşturma, dosyanın tek şüphelisi olan dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın hayatını kaybetmesinin ardından kapatıldı. ‘Soruşturma ve kovuşturma yapma olanağı kalmadığı’ gerekçesiyle takipsizlik verildi.
Büyükanıt Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la yaptığı ve hala "sır" olarak nitelendirilen Dolmabahçe görüşmesinin de aralarında bulunduğu birçok olayla anıldı. Büyükanıt, ölünce "sırlarını da beraberinde götürdü."
Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın darbelere karşı büyük mücadele verdiği görüşünü dile getirirken 27 Nisan’da e-muhtıra veren 25. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın yargılanmamasını eleştirdi.
Selvi, geçen yıl 21 Kasım’da hayatını kaybeden Büyükanıt ile ilgili şunları yazdı:
Cumhurbaşkanı Erdoğan darbelere karşı büyük mücadele verdi. 15 Temmuz’da darbeyi püskürten lider olarak tarihe geçti. 12 Eylül’cüler ve 28 Şubat’çıların yargılanmasını sağladı. Darbelerin yasal dayanağı olarak gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini değiştirip, Yüksek Askeri Şura ve Milli Güvenlik Kurulu’ndaki asker-sivil dengesini kurdu. Demokratikleşmede tarihi bir adım olan Genelkurmay’ın Milli Savunma’ya bağlanmasını sağladı.
Çok büyük işlere imza attı. Ama 27 Nisan’da muhtıra veren dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt yargılanmadı.
Erdoğan’ın darbelere karşı mücadelesi ne zaman gündeme gelse, “Yaşar Büyükanıt niye yargılanmadı? Muhtıra veren Büyükanıt’a devlet övünç madalyası neden verildi? Altına zırhlı Mercedes neden çekildi” sorusu gündeme geliyor.
E-muhtıra
27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bir açıklama yapmıştı. Tarihe “e-muhtıra” olarak geçen açıklamada şu ifadeler yer alıyordu:
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.
Bu bağlamda;
Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde Kur'an okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.
22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.
Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.
Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir.
Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.
Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.
Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.
Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.
'Kendim kaleme aldım, komutanlara bilgi vermedim'
Yaşar Büyükanıt, yıllar sonra, 8 Kasım 2012'de TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nda metni bizzat kendisinin kaleme aldığını açıklarken, bunun bir muhtıra değil, "laiklik hassasiyetini ortaya koyan bir metin" olduğunu söyledi:
"Bu gerçekten benim kendi kalemimden çıkmış bir bildiridir. Ben yazdım. Bu bildirinin hazırlanmasında Genelkurmay Başkanı olarak kendi yetkimi kullandım. Bu bildirinin yayınlanacağından o zamanki kuvvet komutanlarına ve Jandarma Genel Komutanına - bugün hâlâ hayattadırlar - bilgi vermedim. Şunun için vermedim: Onları bu işin içine katmak istemedim. O zaman işin şekli, mahiyeti değişebilirdi. Onların da sizler gibi, Türk kamuoyu gibi, bildiri yayınlandıktan sonra haberleri olmuştur."
Dolmabahçe'de 'sır' kalan görüşme
Siyaseti dalgalandıran "e-muhtıra" tartışmasından yaklaşık 1 hafta sonra, 5 Mayıs 2007'de, yine siyasi tarihe geçen ünlü Dolmabahçe görüşmesi yaşandı. O dönem başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe'deki ofisinde, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ı kabul etti. Görüşme 135 dakika sürdü.
Görüşmenin içeriğine ilişkin taraflar açıklama yapmadı. Erdoğan, "Büyükanıt açıklarsa, ben de açıklarım" derken, Büyükanıt, "Benimle mezara gidecek" açıklamasını yaptı. Büyükanıt yine Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda bu konudaki sorular üzerine, görüşmeyi şöyle anlattı:
"(...) Tesadüfen ben İstanbul'daydım. Sayın Başbakan da İstanbul'daydı. Telefonla görüştük "Zaman nasıl? Uygunsa gelin, görüşelim" dedi. Başbakana benim diyeceğim şey "Geliyorum" demektir, başka bir cevap verecek hâlim yok. Böyle bir görüşmeydi. Devlet sırrı mı? Ben açık söyleyeyim, "Devlet sırrıdır, değildir" diye bir şey söyleyemem, böyle bir değerlendirme yapamam ama bunun içinde hassas konular görüşülmüştür. Bazı şeyleri Sayın Başbakan ifade etmiştir, ben ifade etmişimdir."
Ancak içeriği açıklanmayan bu görüşmeyle ilgili birçok iddia ortaya atıldı. Eski CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar, Birgün gazetesindeki 15 Mayıs 2008 tarihli köşesinde, "Dolmabahçe görüşmesinde, Erdoğan'ın, Büyükanıt'ın önüne, eşi Filiz Büyükanıt'ın harcamalarını içeren bir dosya sunduğunu" yazdı. Hatta, Büyükanıt'ın görev süresinin uzatılması talebinde bulunmamasının altında da bu dosyanın yattığını ifade etti. Büyükanıt bu iddiayı yargıya taşıdı ancak mahkeme, yazılanları "ifade özgürlüğü" kapsamında kabul etti ve ceza talebini reddetti.
Dönemin Başbakanlık Başdanışmanı Abdülkadir Özkan ise Şubat 2019'da Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği röportajda, Dolmabahçe görüşmesinde, Büyükanıt'ın "FETÖ tehlikesine dikkat çektiği" iddiasında bulundu. Ancak bu olaydan sonra "FETÖ operasyonu" değil, Ergenekon operasyonları başladı. Erdoğan'ın Gülen yapılanmasına dönük tasfiye süreci ise 2011'de "dershaneleri kapatmasıyla" başladı.